dini hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dini hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Devlet Hazinesi Devlet Hazinesi Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul. Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır. İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar. Sahabe sorar: - Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın? Hazreti Ömer (r.a.): - Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı.O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder: -Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!
Dinine İmanına Bir Güreş Tutalım Varmısın? Dinine İmanına Bir Güreş Tutalım Var mısın? Kanuni devrinde Avrupa'dan İstanbul'a yaman bir güreşçi gelmiş. dünyaya hükmeden bir padişahın şehrinde herkese meydan okuyor. -Hodri meydan, çekiyormuş. Bunu duyan Kanuni, Çırağan'a dergaha gitmiş. Selam kelâm ve hoş beş faslından sonra Yahya Efendi'ye: - Ağabey, demiş, Avrupa keferesinden bir pehlivan gelmiş, bizimkilere meydanı dar edermiş. Merak ettim gidip seyredeceğim, uygunsa sizde de gelin. Yahya Efendi. -Hay hay, neden olmasın. Kul Allah'ın, kudret Allah'ın. Gidelim seyredelim, demiş. Güreş Yeniköy'deymiş. Avrupadan gelen pehlivan önüne geleni deviriyor, devirdikçe de pdişaha ve seyircilere bakarak böbürleniyormuş. Bir iki üç demekle bitmemiş, gelenin sırtı yeri öpmüş.Yahya Efendi sonunda dayanamayarak Kanuni'ye: -Gayretim kabardı kardeşim. bir de ben güreş tutacağım bununla, diyerek ayağa kalkınca, Kanuni: -Ağabey, ne yapıyorsun? Adam insan değil sanki dev... diyene kadar, Yahya Efendi, sarığını cübbesini sıyırarak : -Meydan Hüdanın, diyerek mindere yürrümüş ve önüne geleni deviren Avrupalı Pehlivana: - Evlat, dinine imanına bir güreş tutalım seninle var mısın? Avrupalı Pehlivan, tuhaf bir şaşkınlık içinde: - Bre baba, etme. Elimi boşlukta savurtma benim. Senin nerenle güreş tutacağım ben? Var git yerinde otur sen. Yahya Efendi: -Evlat, havanı boş yere harcama, hamleni yap sen. Seninle güreş tutmadan şurdan şuracığa gitmem ben. Yalnız şartımı söyledim. dinine imanına bir güreş tutacağız seninle. Yenilirsen, sen benim dinime geleceksin, yenersen, ben senin dinine varacağım. Var mısın? O güne kadar sırtı yere gelmeyen Avrupalı Pehlivan: -Varım, demesiyle birlikte kepçeleme bir dalış yapmış. Niyeti, kendisine meydan okuyan bu tatlı yaşlıyı tek eliyle havada gezdirip tozdurduktan sonra sırt üstü mindere uzatıvermemiş ama, Yahya Efendi'yi yerinden oynatamamış. Bir, beş, on hamle, fakat faydası olmamış. Avrupalı Pehlivan köpürdükçe köpürerek: -Baba, pes doğrusu pes. Senin paçandan tutmaya bile mecalim kalmadı, hamle senin, diye teslim olunca, Yahya Efendi: -Ya Hayyyyy! diyerek öyle bir dalış yapmışki, daha evel hiç kimsenin deviremediği pehlivanın sırtı anında yeri bulmuş. Yahya Efendi, sağ elin yenik pehlivanın kalbinin üstüne koyarak: -Sözünü yerine getirecekmisin evlat? diye sormuş. Kan ter içinde kalan, ne olduğunu anlamayan Avrupalı Pehlivan: - Ya ya , ya hay! demiş. Ve Müslüman olmuş.
Dirilen Ölü Dirilen Ölü Enes bin Mâlik (R.A.) anlatıyor: 'Gözleri görmeyen yaşlı bir hanımın Saib adında bir genç oğlu vardı. Daha hayatının baharında olan bu delikanlı Medine vebasına yakalanmıştı. Uzun zaman hasta yattı. Bir gün delikanlının ziyaretine gittik. Fakat maalesef biz orada iken delikanlı ruhunu teslim etti. Bizde gözlerini kapadık ve üzerine elbisesini örttük. İçimizden biri annesine: - Onun için Allah'a dua et. dedi. Annesi: - Ama o öldü. dedi. Biz: - Olsun sen yine de dua et. dedik. Bunun üzerine kadın çocuğun ayak ucuna oturdu, ayaklarını tuttu ve: - Allahım, ben isteyerek sana iman ettim. Senden korktuğum için, putları bıraktım. Arzumla sırf senin için hicret ettim. Allahım, puta tapanları bana güldürme, gücümün yetmeyeceği bu yükü bana yükleme.' diye dua etti. Alah'a yemin ederim ki, kadın sözünü bitirir bitirmez, çocuk ayaklarını kımıldatmaya başladı. Sonra da yüzünden örtüyü attı. Rasulullah (A.S.) ve annesi vefat edinceye kadar da yaşadı.'
Dua için Rica DUA İÇİN RİCA Bir şahıs, heyecan ve ıstırapla, İmam Sadık (a.s)ın huzuruna gelerek: - Ne olursunuz efendim, Allah'a bana daha fazla rızık vermesi için dua da bulunun, çünkü çok yoksulum, dedi. İmam: -Hayır, asla dua edemem buyurdu. -Niçin edemezsiniz efendim? -Zira Allah bu iş için bir yol tayin etmiştir; rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye de emir buyurmuştur. Halbuki sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkın senin peşinden gelmesini istiyorsun.
Dua Aynı Dua Ama Okuyan Ağız DUÂ AYNI DUÂ, AMA OKUYAN AĞIZ... Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruh) hazretlerinden: 'Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.)'ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder: ' Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der. Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş... ' Al, der fakire. İhtiyacını karşıla! Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur: ' Allah aşkına söyle yâ Emîre'l-mü'minîn! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der. Hz. Ali (r.a.) anlatır: ' Kur'ân-ı Kerîm, Fâtiha sûresine gizlenmiştir. Bende Kur'an-ı Kerîm'i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara... Bunu öğrenen fakir durur mu? O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. Okur, okur, okur... Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. Altın filan olmuyor, aynen duruyor.tekrar gelir ve İmam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine: ' Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. Emîrü'l- Mü'mînin Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir: ' Ne yapayım, der. Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!.. İşte bütün mesele buradadır. Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı İhlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin. Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz Alıntı: Fazilet Takvimi 1997
Doğruluk ile ilgili bilgi Doğruluk Zalim bir vali vardı. Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri'ni yakalatmak istedi. O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri'nin kulübesine gelip saklandı. Valinin adamları geldi ve hışımla: - Hasan Basri'yi (r.a.) gördün mü? diye sordular. O gayet sakin: - Evet, dedi. - Nerede? - İşte şu kulübemde... Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri'ni bulamadılar. Dışarı çıkınca tehdit edip: - Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler. - Ben yalan söylemedim, dedi. Siz göremedinizse, benim suçum ne? Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar. Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri: - Ey Habib! Biliyorum ki Rabb'im senin hürmetine beni onlara göstermedi. Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi. Hazreti Habib mahcub bir şekilde: - Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir. Çünkü bilirsiniz ki, Doğruların yardımcısı Allah'tır. Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi. Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir. Kaynak: Mehmet Akar, Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 149-150
Dul Kadın ve Yahudinin imanı Dul Kadın ve Yahudinin İmanı Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkanına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi: - Bıktım sizden nedir bu iş.. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şurdan, diyerek kovdu. Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül- mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan yahudi, o fakirin ızdırabını anladı . - Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı?, diye sordu. İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine : - O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi. Fakat Yahudi durumu anlamıştı. Kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler, kuşandılar ve kadın Yahudiye : - Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, giblerden dua etti, yanındaki masum çocuk da, anasının duasına amin, dedi. Şen şakarak oradan ayrılıp gittiler. Dul ve yetimi dükkanından kovan hacı, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendis cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki, köşkün kapısında kendisnin ismi yazılı idi. diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almadılar. - Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler. Hacı durdu : - Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu. Melekler cevap verdiler : - Düne kadar senindi ama, maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerrindeki tabelâ da sçkülmemiş, yakında sökerler, dediler. Hacı neye uğradığını anlayamadı. O telaş ve heyecan içinde uyandı ki, yatakta yatıyor : dedi. Sabah olunca doğru yahudi Avram efendinin dükkanına gitti. Selam, hoş - beşten sonra: - Avram efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysenonların parasını sana ben vereceğim, dedi. Yahudi bir altın değerinde elbise verdiğni söyledi. Hacı : - Madem o kadarmış al sana onun iki misli, dedi. Fakat Avram olmaz, dedi. Hacı değerini yükseltti, hacı yükselttikçe yahudi olmaz diyor, yahudi kabul etmedikçe hacı vermek istediği parayı artırıyordu. Hacı yüz altın, ikiyüz altın vermeğe başladı ama, artık Avram'ın da sabrı taşmıştı. - Olmaz hacı olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte müslüman oldum. o köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır - hasenatla o kçşkü yaptırmıştın ama, dün bana sattın. Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim. Sen artık bundan sonra kapına geleni boş çevirmede, Cennette kendine başka saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştri, dedi. Yahudiden de bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılığ gitti. Ama köş de elden gitti. Allah yardımcısı olsun. Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi

Translate - ÇEVİRİ

en popüler konular

Blogger templates

Blogger news

Güncel Namaz Vakti

Blogger templates

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Sosyal Simgeler

Sosyal Simgeler