Abdest Alana Yardım Etmek

5- Amr b. Ali bize anlatarak dedi ki: Abdülvehhâb bize anlatarak dedi ki: Yahya b. Saîd'i şöyle derken dinledim: Sâd b. İbrahim, Nâfi b. Cübeyr Mut'im'in kendisine haber vererek Urve b. el-Muğîre b. Şu'be'nin, babasını şunu anlatırken dinlediğini söylemiş: Kendisi Allah Resulü (sav) ile bir yolculukta iken Resûlüllah (sav) abdest alırken O'na su dökmeye dur­muş, O da yüzünü ve ellerini yıkamış ve başını meshedip mestlerinin üzerine mesh etmiş.[2]

Muğîre O'na su dökmeye durmuş" ifade­siyle ilgili olarak İbni Battal şöyle dedi: Bu fiil, bir kişinin başkasıiçin yap­masının caiz olduğu ibadetlerdendir. Ancak namaz bundan müstesnadır. İmam Buhârî de bu hadisi delil olarak alıp kişinin abdest alırken yardımcı bulundurmasını caiz görmüştür. Kişi, uzuvlarına hem döküp hem yıkamak yerine su dökme esnasında başka birinden yardım alabilir. İbni el-Müntr

buna bir eklemede bulunarak, abdestte yıkanması gereken uzuvları suya daldumanın maksad değil ancak araçlardan biri olabileceğini söyleyerek suya daldıktan sonra abdeste niyet etmenin caiz olduğunu söylemiştir.


Hüküm


Bu hadise göre, abdest sırasında su dökecek birinin yardımına başvur­mak mekruh olmadığı gibi, bunu gönüllü olarak yapmak da ibadet hükmün­dedir. Abdest alacak kimseye su getirmenin aynı hükme tâbi olması elbette evlâdır. Hanefi mezhebine göre de hüküm bu şekilde olup her hangi bir kerâhat söz konusu değildir.

Bu hadisten çıkarılacak ikinci hüküm, mestler üzerine meshin sünnete uygun bir fiil olduğudur. Görüldüğü üzere bu ve daha bir çok hadiste Allah Resûlü'nün (sav) mestler üzerine mesh ettiği değişik sahabîler tarafından haber verilmiştir.


Ders


Bu hadis-i şeriften çıkarılacak en mühim Ders, bütün hayırlı işlerde ol­duğu gibi abdestte de özellikle yardıma muhtaç durumda olanlara yardım etmenin bir mânâda ibadet olduğunu bilmektir. İnsanların abdest alabilmele­ri için su temin etmek de aynı hükümdedir.

Hayırda yardımlaşmanın farz olduğu bilinciyle, özellikle büyüklere abdest alırken su taşımak, su dökmek ve havlu tutmak, Müslüman milletimizi en güzel geleneklerindendir. Bu geleneklerin beslendiği sünneti görerek bunları yaşatmaya daha fazla ilgi göstermek gerekir.


Bâb: Başın Tamamını Mesh Etmek



6- Abdullah b. Yûsuf büze anlatarak dedi ki: Mâlik bize Amr b. Yahya el-MâzinTden, o babasından haber verdi: Bir adam Abdullah b. Amr'ın de­desi Abdullah b. Zeyd'e şöyle dedi: "Bana Allah Resûlü'nün (sav) nasıl ab-dest aldığını gösterebilir misin?"

Abdullah b. Zeyd cevap verdi: Elbette.

Sonra su istedi ve önce ellerine döktü, iki kez yıkadıktan yüzünü üç kez yıkadı. Daha sonra üçer defa ağzına ve burnuna su verip sümkürdü. Ardından kollarını dirseklerle beraber ikişer defa yıkadı. Sonra başını ön tarafından başlayarak enseye varana, oradan tekrar öne getirerek mesh etti. Sonra da iki ayağını yıkadı.[3]


Şerh


"Bir adam" ifadesiyle kastedilen kişi Musannifin (Buhârî) bir sonraki Vüheyb senediyle gelen hadiste adını zikrettiği üzere Amr b. Ebî Hasan'dır. Başka şerh ve nakillerde farklı isimler de verilmektedir. ir misin?" Burada hocanın fiilen göstermesinin öğretimde daha etkili olacağından hareketle bizzat göstermesi rica edilmiştir: Lütfedip gösterir misiniz? anlamındadır.

Elini iki kez yıkadı", İmam Mâlik'in rivayetinde bir kez yıkadığı geçerse' de başka rivayetlerde üç kez yıkadığı geçmektedir. Adetlerdeki ihtilaf bir kenara bırakılırsa, buradan çıkarılan asıl hüküm, uy­kudan kalkmış olma şartına bağlı olmaksıztn su kabına el sokulmadan önce ellerin yıkanması gereğidir.

"Sonra ağzına ve burnuna üçer defa su verip sümkürdü", ağza ve burna birlikte su vermenin müstehap olduğu söylenmiş­tir.

Sonra yüzünü üç kez yıkadı", ifadesiyle ilgili olarak bütün rivayetler aynı sayı üzerinde birleştiği söylenebilir.

Sonra kollarını ikişer defa yıkadı" iradesiyle ilgili olarak yalnız Müslim'de 'üç' sayısı zikredilmiş, diğerlerinde ikişer defa olarak geçmiştir.

Dirseklerle beraber" ifadesindeki 'ilâ' harf-i cerrinin fiil kattığı anlam üzerinde âlimler ihtilaf ettiler. Cumhur olarak bilinen "Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin" ayet-i kerimemden hareketle 'beraber' anlamının uygun olduğunu söylemiştir. Diğer görüş ise ise, koltuk altlarma kadar yıkanması gerektiği şeklindedir. İmam Züfer'in de aralarında bulunduğu bir grup ulemâ ise ihtiyatı tercih ederek azamî ölçüde yani omuzlara yıkamayı benimsemiştir.

Kolların yıkanmasıyla ilgili rükünde, dirseklerle beraber yıkamanın ge­rektiği hususunda icmâ söz konusudur.

Sonra başını mesh etti", ifadesiyle ilgili olarak tercih edilen görüş, bunun suyla yapılması yönündedir. İfâdeden başın tamamı ve­ya bir bölümü mü kastedildiği üzerinde farklı görüşler beyan edilmiş olmak­la birlikte dörtte birini mesh etmenin farzı ifa deceği söylenmiştir.

"Başın ön kısmından başladı", meshe başın Ön tarafindan başlamak, bu hadis-i şerife göre sünnettir. Mesh, önden arkaya yapılıp arka­dan öne getirilmek suretiyle bitirilir. Meshin tekrarı mendup görülmemiştir.

Sonra ayaklarını yıkadı", bazı rivayetlerde 'topuklarla beraber' ifâdesi de geçmektedir ki, tercih edilen de budur. Ayaklar yıkanır­ken topukların ihmal edilmemesi gerekir.


Hüküm



Şerh bölümünde de görüldüğü üzere bu hadis-i şerifte Allah Resûlü'nün (sav) aldığı şekliyle abdestin erkânı anlatılmaktadır. Abdeste konu olan uzuvların yıkanmayla ilgili olanlarını bir defa yıkamak farz iken, iki veya daha fazla sayıda yıkamak müstehaptır. Bu hadise göre ve Hanefî mezhebine göre niyet, abdestin erkânından değildir. Şafiî mezhebine göre ise abdest, bir ibadet olduğundan niyet şarttır. Onlara göre niyetsiz abdest sahih olmaz. Hadiste zikredilmeyen kulakların hilallenmesi, başın meshi kapsamına giren bir müstehaptır.


Ders



Bu hadis-i şeriften çıkarabileceğimiz ilk Ders, bir öğretim metodu olarak .vgulamayla anlatımın çok sağlıklı ve tavsiye edilen bir yöntem oluşudur. Tabii ki abdest, Yüce Allah'ın bu ümmete mahsus kıldığı en güzel temiz-Ğome yöntemidir. Günde beş defa abdest almak, en fazla kire maruz kalan .ıuv ve bölgelerin arındırılması, suyla dezenfekte edilmesidir. Abdestin, rjcut elektriğini alması noktasında ruh sağlığı ve dinçlik üzerinde de olumlu atkısı bulunduğu açıktır.


Bâb: Ayaklan Topuklara Kadar Yıkamak



7- Mûsâ bize anlatarak dedi ki: Vüheyb bize Amr'dan, o babasından laklederek dedi ki: Amr b. Ebî Hasan bize babasının şöyle dediğini nakletti: Amr b. Ebî Hasan'ın Abdullah b. Zeyd'e Allah Resûlü'nün abdestiğini sor-rağuna şahit oldum. Bakır kapta su istedi ve onlar için Allah Resûlü'nün sav) aldığı gibi abdest aidi.

Bakır kabı eğerek eline (su) döktü. Ellerini üçer kez yıkadı. Sonra Herini bakır kaba sokarak ağza ve burna üç kez su çekip sümkürdü.

Ardından yüzünü üç defa yıkadı. Sonra kollarını dirseklerle beraber ikişer defa yıkadı. Sonra elini tekrar soktu ve başını Ön tarafından baş­layarak arkaya, arkadan öne doğru bir defa mesh etti. Sonra iki ayağını topuklarla beraber yıkadı.[4]


Şerh



"Sonra elini soktu ve yüzünü üç defa yıkadı", hadisin bu rivayetinde, her uzuv için bakıp kaptan taze su alınması hususu öne çıkmaktadır. Bu rivayette, su kabına tek elini soktuğu geçerken, bazı rivayetlerde iki elini soktuğu şeklinde geçmektedir. Fakat bunlar sahih kaynaklar değildir.


Hüküm


Hadis-i şerif bir önceki (6) hadisle aynı içeriğe sahip olduğundan aynı hükümleri taşımaktadır. Sadece uzuvları yıkama sayılarında farklılık bulun­maktadır ki bunun hükmü de önceki hadiste zikredilmişti.


Ders


Buradan çıkarabileceğimiz en önemli Ders, abdest sırasında kullandığı­mız suyun temiz ve kullanılmış olmamasına dikkat etmek, eğer kapta alını­yorsa mümkün olduğunca her iki eli değil, yalnız bir eli kullanmaktır.
 


[1] Buhârî, vudû/170, salât/426-427, ezân/611-612, 619, buyû/1976, bed'ul-halk2990. tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim, mesâcid/1034-1037, 1059-1063; Tirmizî, salât/199-200; Nesâî, mesâcid/725, imâmet/829; Ebû Dâvud, salât/396-398, 472; İbn Mâce mesâcid/778-779; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7268, 7296. 7553, 7773, 7898, 7999,8756, 8786, 9005, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 1009Û. 10116, 10379, 10461, 10481; Malik, nîdâ/265, 344-345, 347; Dârimî, salât/1245.
[2] Buhârî, vudû/176, 196, 199, salât/350, 375, cihâd/2702, 4069, Hbâs/5352-5353; Müs­lim, tahâret/404-412, salât/640; Tirmizî, tahâret/90-91, 93; Nesâî, tahâret/78, 81; Ebû Dâvud, tahâret/128-130; İbn Mâce, tahâret/538, 543; İbn Hanbel, evvelu musnedi'i-Kûfiyyîn/17432, 17440, 17461, 17469, 17476, 17496, 17496, 17510; Mâlik, tahâret/64; Dârimî, tahâret/707.
[3] Buhârî, vudû/,79-180, 184-185, .90, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30;
Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428;'İbn Hanbel, evvelu musnediİ-Medeniyyîn/lSSÎi}, 15843, 15857, 15864; Mâlik, taharet/29^ Dârimî, tahâret/691.
[4] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tİrmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, îahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evveIumusnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârim{ tahâret/691.



Bakır Kaptan Abdest Almak





11- Hâlid b. Mahled bize anlatarak dedi ki: Süleyman b. Bilâl bize anla­tarak dedi ki: Amr b. Yahya bana babasının şöyle dediğini anlattı: Amcam Çok abdest alırdı. (Bir keresinde) Abdullah b. Zeyd'e şöyle dedi: "Bize Allah Resûlü'nü (sav) nasıl abdest alırken gördüğünü anlatıver".



Bunun üzerine bir bakır kapta su istedi. Kabı eğerek ellerini üç kez yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve her seferinde bir avuç dolusu olmak üzere üçer kez ağza ve burna su verdi. Sonra elini kaba daldırarak yü­zünü üç kez yıkadı. Sonra kollarını dirseklerle beraber ikişer kez yıka-dı.Sonra eliyle su alarak başını önden arkaya, arkadan öne doğru mesh etti. Sonra ayaklarını yıkadı ve şöyle dedi: Allah Resûlü'nü (sav) de böyle abdest alırken gördüm.[8]







Şerh







Bir avuç dolusu", ağza ve burnu su verirken (mazmaza ve istinşâk) her biri için ayrı ayrı su alındığınıteyit etmek için bu ibareye yer verilmiştir.



Böyle", ifadesi, hadis-i şerifin merfü olarak rivayet edildiğini göstermektedir. Hadisin başlangıç bölümü de bu yöndedir.







Hüküm







Bu hadisin hükmü bağlamında abdestin farz ve sünnetlerini maddeler hâlinde zikretmek yararlı olacaktır:






Abdestin Farzları:







1. Yüzü bir defa suyla yıkamak;



2. Kollan dirseklerle beraber bir defa yıkamak;



3. Başın dörtte birini mesh etmek;



4. Ayakları topuklarla beraber yıkamak.





Abdestin Sünnetleri:







1. Abdeste başlamadan önce elleri yıkamak;



2. Abdeste başlarken Eûzü Besmele okumak;



3. Niyet etmek (Mâliki ve Şâfiîlerde niyet farzdır. Hanbelî mezhebinde sıhhat şartıdır.)



4. Ağza su vermek (mazmaza), burna su vermek ve sümkürmek (istinşâk);



5. Misvak kullanmak;



6. Sıralamaya dikkat etmek;



7. Yıkanacak organları bir kez yıkamak;



8. Başın tamamını arkadan Öne, önden arkaya doğru tek suyla mesh et­mek.



9. Boynu ve kulakları mesh etmek;



10. Abdest uzuvlarını aralıksız yıkamak.





Ders







Allah Resûlü'nün (sav) "Her kim emrolunduğu gibi abdest alır ve emre-dildiği şekilde namaz kılarsa geçmiş günahları bağışlanır" buyurduğu ab­dest, İslam ümmetini diğer din ve milletlerden ayıran çok mühim bir farzdır. "Temizlik imandandır" hadis-i şerifi de, temizlenmenin en güzel araçların­dan biri olan abdestin Müslümanın hayatındaki yer ve anlamıyla ilgili önem­li bir beyandır.





Bâb: Mestler Üzerine Mesh Etmek







12- Amr b. Hâlid el-Harrânî bize anlatarak dedi ki: el-Leys bize Yahya b. Saîd kanalıyla Sâd b. İbrahim'den o Nâfi'den o Urve b. el-Muğîre'den o, babası el-Muğîre b. Şu'be'den nnaklederek dedi ki: Allah Resulü (sav) tu­valet için çıktı. el-Muğîre bir su kabıyla O'nu takip etti. Resûlüllah (sav) tuvaletini bitirdiğinde O'na su döktü. Bu suyla abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti.[9]





Şerh







"Tuvaleti için çıktı" ifadesinde Allah Resûlü'nün (sav) bulunduğu ortam hakkında râvilerin tereddüdünden doğan farklı görüşler zikredilmiştir. Olay, bazılarına göre bir seferde, bazılarına göre ise Tebük gazvesinde yaşanmıştır.



Bezzâr'in ifadesine göre bu Muğîre Hadisi, altmış kişi tarafından rivayet edilmiştir.



Hadisten çıkarılan belli başlı hükümler şunlardır:



1. Açık alanda tuvalet ihtiyacı giderileceği zaman, halktan uzak bir yere giderek gözlerden ırak olmak.



2. Şartlar ne olursa olsun tahareti su ile yapmanın müstehap görülmesi.



3. Daha önce de ifade edildiği üzere, abdest alırken başkasından yardım istemenin caiz oluşu.



4. Taharetten sonra ele bulaşması muhtemel kirden dolayı önce elleri yı­kamak. Ortaya çıkabilecek kötü kokuyu toprak vesaire ile örterek gidermek.



5. Bu hadisin bazı tarîklerinde geçen "Üzerinde Şam işi bir cübbe vardı" ifadesinden hareketle necis oldukları kesinleşmediği sürece küfür ehlinin esvabının giyilmesinin caiz görülmesi.



6. Yine bu hadisin bazı nakillerinden hareketle, tabaklanmış olması şar­tıyla ölü hayvan derisinin giyim amacıyla kullanılmasının caiz olduğu.



7. Bu hadis-i şeriften çıkarılan bir başka hüküm ise, mestler üzerine meshin Abdest Ayetimin nüzûlu ile nesh edildiği iddiasının reddidir. Çünkü Abdest Ayeti Benî Müreysa Gazvesinde nazil olmuşken, bu hadiste geçen olay çok daha sonra Tebük Gazvesinde yaşanmıştır.



8. Bu hadis-i şerife göre, sefer hâlinde dahi abdestin sünnetlerine riâyet etmek müstehaptır.



9. Hadisten çıkarılan bir diğer hüküm, yıkanması ferz olan organların olabildiğince yıkanmasının yeterli olmayacağıdır ki Allah Resulü (sav) cüb-besinin kollarının dar olmasından dolayı sıyırabildiği yere kadar kollarını sıyırıp kalan bölümünü mesh etmemiş, bilakis kollarının tamamını yıkamış­tır.



10. Başın tamamının meshedilmesini farz görenler de bu hadisin bazı ri­vayetlerini delil olarak kullanmışlardır. Çünkü bunlarda Allah Resûlü'nün (sav) sarığının üstünden meshi tamamladığı ifadesi geçmektedir.







Hüküm







Hadis-i şeriften çıkarılabilecek hükümler, üstte Fethu'l-kadîr şerhinden özetlenerek aktarıldığı için tekrar etmiyoruz.



Hatırda tutulmasını faydalı gördüğümüz husus, Şia'nın iddia ettiğinin aksine mestler üzerine mesh etmenin, Abdest Hadisi ile nesh edilmediğinin bu hadis ile sabit bulduğudur. Çünkü bu hadise konu olan olay, Abdest Aye­tinden hayli sonra yaşanmıştır.







Ders







Bu hadisten çıkaracağımız Derslerin başında Müslümanların tuvalet hij­yenine dikkat etmelerinin ne derece önemli olduğu konusu gelir. Müslüman, en ilkel ve yabancıl ortamlarda bile bulunsa, tuvalet ihtiyacını gidermek için insanlardan uzak bir yer seçmeli, dışkı ve idrarını en az kediler kadar örterek kötü koku ve mikropların yayılmasını önlemelidir.



Taharet almak için, su kullanmaktan asla vazgeçmemeli, taharetlendikten sonra ellerini muhakkak yıkamalıdır. Bütün bunlar, Rahmet Peygamberi'nin (sav) gündelik hayatın en ayrıntılarına varıncaya kadar ümmetine örnek ol­duğunun açık kanıtlarıdır.



Yüce dinimizin, mücadele ettiği hastalıkların başında şirk ve küfürden sonra cehalet, kabalık ve bedevîlik gibi medeniyete yakışmayan zafiyetler geldiği asla unutulmamalıdır.





Bâb: Mestleri Abdestli Giymek







13- Ebû Nu'aym bize anlatarak dedi ki: Zekeriya bize Amir'den, o Urve b. el-Muğîre'den babasını şöyle dediğini anlattı:



Bir seferde Allah Resulü (sav) ile beraberdim. Mestlerini çıkarmak için (ellerimi) uzatınca şöyle buyurdu: "Bırak onları. Onları temiz (abdestli) olarak giydim." Sonra da üzerlerine mesh etti.[10]







Şerh







Uzatınca" yani ellerimi uzatınca. Fiilin eğilmek anlamına geldiği de söylenmiştir. Fiilde işaret ve imâ yoluyla bir şeyi anlatma mânâsı da bulunmaktadır. Nitekim Efendimizin 'Bırak onları' cevabı bunu teyit eder niteliktedir.



'Onları temiz olarak soktum' ifadesinde kastedilen, ayaklardır. Burada Allah Resûlü'nün (sav) mestlerini abdestli olarak giydiği anlaşılmaktadır. Ibiîi Huzeyme'nın Satvân b. Assâl hadisinde bu husus beyan edilmekte ve şöyle denilmektedir: "Allah Resulü (sav) bize, abdestli olarak giydiğimiz mestler üzerine seferde iken üç gün, ikamet halinde iken bir gün bir gece -süreliğine- mesh etmemizi emretti"



Satvân Hadisi, her ne kadar sahih olsa da Buhârî'nin şartlarına göre de­ğildir. Ancak şerhini yaptığımız hadis, mestlerin abdestli giyilmiş olması bakımından Safvân Hadisine uygun düşmektedir.



imam Şafiî ve fikıh âlimlerinin cumhuruna göre, hadiste bahsedilen te­mizlik ile kastedilen abdest oiup teyemmüm değildir.



Hadisin hükmüne göre, mestler üzerine meshin sahih olabilmesi için ab­destli olarak giyilmiş olmaları şarttır.







Hüküm







Meshten maksat, mestler üzerine ayakların parmak uçlarından aşık ke­miklerini aşmak üzere inciklere doğru el parmaklarını ıslak olarak sürmektir.



Meshin ferz olan miktarı, her ayağın ön tarafına gelen mestin üzerindeki el parmaklarının en küçüğü ile üç parmaklık alandır. Bu kısmın meshi ile mesh gerçekleşmiş olur.



Mestlerin tabanları mesh edilmez. Mestin üzerine su dökmek, sünger vb. bir cisimle ıslatmak, mestin üzerine enine doğru mesh etmek de farzın yerine getirilmesi için yeterlidir. Ancak bunlar sünnete uygun değildir.



Hanefî mezhebine göre, ayakları topuklarıyla beraber örten çizme, potin, yaklaşık beş km kadar yürünebilecek kalınlıkta çorap ve konçlu aba terlikler de mest hükmündedir. Yani abdestli giyilmiş olmaları şartıyla bunlar üzerine de mesh edilebilir.



Meshin süresi, kendi beldesinde ikamet eden kimse için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Bu sürenin başlangıcı, mesti giydikten sonra abdestini bozduğu ilk andır.







Ders







Dinimizin kolaylık dini olduğu ve uygulamasının insanları sıkmayacak önlemlerle donatılmış olduğunun en güzel kanıtlarından biri de mestler üze­rine meshe verilen izindir. Özellikle soğuk beldelerde, yolculukta, yaşlılıkta ve askerlik görevi sırasında bu ruhsata başvurulabilir.



Bu ve benzeri birçok ruhsat, İslamiyeti yaşamanın güçlüğünden dem vu­ran kimselere verilebilecek en güzel cevaptır. İnsanların niyetleri sağlıklı olduktan sonra dinimizin ibadetlerini eda etmek hiç de zor gelmeyecek, ma­zeret sahiplerine türlü ruhsatların sunulmuş olduğugörülecektir.





Bâb: Uykudan Dolayı Abdest Almak, Bir Veya İki İç Geçmeden Do­layı Abdesti Lüzumlu Görmemek







14- Abdullah b. Yûsuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize Hişâm b. Urve'den o babasından, o Âişe'den (r.anhâ) haber verdi ki: Allah Resulü (§av) şöyle buyurdu: Sizden biriniz namaz lalarken uyuklarsa, uykusu gidene kadar uzansın. Sizden birinizi uyklu hâlde namaz kılarsa-ne dediğini- bilemez, belki kendisine bağışlama dilerken beddua edebilir.[11]







Şerh



Uyuklarsa", bazıları yanlışlıkla 'na'use' şeklinde de okurlar. Uyuklamak, dalmak ve iç geçmesi anlamına gelen bir fiildir.



Uzansın", bu emrin yorumu noktasında âlimler ihtilaf etmiş­lerdir. Kimisi selam vererek namazdan çıkmasının kastedildiğini söylerken kimisi de zahirinden hareket ederek uykunun ağırbasması halinde namaza ara vermesinin kastedildiğini söylemiştir. İkinci görüşte olanlara göre uyuk­lama hâli, daha hafif olduğunda affedilmiş sayılır. Fakat el-Müzenî ve diğer­leri buna karşı çıkarak uykunun azının da çoğunun da abdesti bozduğunu söylemişlerdir.



İmam Mâlik ve Zührî'ye göre uykunun azı (hafif dalma) abdesti bozmaz. Bu konuda bir çok farklı görüş belirtilmiştir.



"Sizden biriniz" ifadesiyle ilgili olarak el-Mühelleb şöyle demiştir: Burada namaza ara vermenin illeti beyan edilmiş ve abdestin bo­zulduğu noktasında icmâ gerçekleşmiştir. Çünkü kişinin ne okuduğunu bil­mez hâle gelmesi mevzubahistir.



"Beddua eder" ifadesiyle ilgili olara İbn Ebî Cemre şöyle de­miştir: Bu hâlde namaz kılmaktan men edilme sebebi, böyle bir bedduanın duaların kabul saatine rastlama ihtimalidir. Bu tür bir duruma düşülmemesi için ihtiyatlı olunması gerekir. Haddizatında namaz, kulun kalbinin ibadet için uyanık olması ve huşu üzere bulunması gereken bir fiildir.



Bu hadisin vurûd yani söyleniş sebebi, İbni İshâk'ın naklettiği Havla bn. Süveyt kıssasıdir ki bu kıssa "Allah için dini yaşamanın en sevimli hâli, de­vamlı olanıdır" babında geçmektedir.







Hüküm







Bu hadis-i şerif meyanında Hanefî mezhebine göre abdesti bozan uyku hâlleri şunlardır: Yan yatarak, bağdaş kurarak, dirseklere dayanarak, ayakları oturak yerinin altından bir tarafa uzatarak veya namaz dışında secde eder gibi bir hâlde uyumak. Bütün bu durumlarda abdest bozulmuş kabul edilir ve namaz kılmak için tazelenmesi gerekir.



Namazda iken ayakta, oturarak, rükû ve secde halinde uyuklamak ise abdesti bozmaz.







Ders







Bu hadis-i şeriften ıkanlabilecek en mühim Ders, ibâdetlerde aslolan şe­yin şuur açıklığı olduğudur. Kişi, Rabbine kulluk ederken ne yaptığının, ne söylediğinin farkında olmalı, tam bir uyanıklık hâlinde bulunmalıdır. Nite­kim içkinin haram kılınmasıyla ilgili süreçte de bu hususa dikkat çekilmiş ve sarhoşken namaza yaklaşılmaması istenmiştir. Bunun illeti olarak da 'ne okuduğunu bilme' ve anlama hâli zikredilmiştir. Dalgınlık ve uykululuk hâli de bu açıdan sarhoşluğa benzer. Kişi, aklını toplayamadığı için ne söylediği­ni, ne yaptığını tam olarak bilemez.



Namazda sahip olunması gereken huşu ve uyanıklık, uyku ve sarhoşluk ile bağdaşmadığı gibi, kafaların dünyevî kaygılarla dolu olması ve okunan ayetlerin mânâlarının bilinmemesiyle de bağdaşmaz. Bunlar namazın kemâ­line aykırı hususlardır. Bu nedenledir ki şuurlu bir Müslüman, en azından okuduğu sûre ve âyetlerin mânâlarını öğrenmeli, namaz esnasında dünyevî kaygılardan mümkün olduğunca sıyrılmaya çalışmalıdır.





Bâb: Çocukların İdrarı







15- Abdullah b. Yûsuf bize anlatarak dedi ki: Mâlik bize İbni Şihâb'dan, o Abdullah b. Abdullah b. Utbe'den, Ümmü Kays bn. Mihsan'dan haber verdi:



Kendisi henüz yemek yemeyen küçük oğlunu Allah Resûlü'ne (sav) getirmiş, Allah Resulü (sav) de onu kucağına oturmuş, derken çocuk Allah Resûhı'nün (sav) elbisesine küçük abdestini bozmuş. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) su isteyip elbisesine su serpmiş, yıkamamiştır. [12]





Şerh







İbni Abdi'1-Ber der ki: Üramü Kays'ın adı Cüzâme'dir. Süheylî ise, Ukâşe b. Mihsan'ın kız kardeşi Amine olup ilk muhacir hanım­lardan olduğunu söylemiştir.



Yemek yemeyen" ifadesiyle murad edilen, çocuğun henüz anne sütü ve mama benzeri şeyler dışında bir şeyle beslenmeyecek yaşta bir bebek olduğudur. Müslim şârihi Nevevfye göre, murad edilen be­beğin sadece anne sütüyle beslenme çağında olduğudur. Bebeğin Efendimi­ze getirilme hikmeti, yeni doğmuş ve O'nun bereketinden istifade edilme arzusu da olabilir ki bu güçlü bir ihtimaldir.



Oturttu" yani kucağına oturma konumunda koydu, anlamın­dadır.



Suyu serpti", yani bebeğin idrarının değdiği bölüme su serpti. Bundan çıkan, bebek idrarının temizlenmesinde, üzerine su serpmenin asgari anlamda yeterli olacağıdır.



Yıkamadı", ifadesi el-Asîlî'nin iddiasına göre hadisin met­ninden olmayıp İbni Şihâb'ın ilavesidir. Ma'mer'in İbni Şihâb'dan yaptığı nakilde de 'Serpti' ifadesiyle yetinilmiş, 'yıkamadı' ibaresi geçmemiştir.







Hüküm







Hanefî mezhebine göre süt emen bir bebeğin idrarı necistir. Şâfiîlere gö­re ise necis değildir.



Bu meselede varolan iki aslî görüşten ilkine göre bebek idrarının üzerine su serpmek, temizlik için yeterlidir. Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ali (ra), Atâ, Zührî bu görüştedir. Ancak Hattâbî bunun caiz görülmesinin necasetin ta­mamen izâle edilmesi değil, ancak hafifletilmesi anlamında bir cevaz oldu­ğunu söylemiştir. Hanefî ve Maliki mezheplerine göre ise, her türlü idrarda temizlik için yıkamak farzdır. Su serpmek, taharet için yeterli değildir.







Ders







Bebeklere şefkatli davranmak, onlarm büyük ve bereketi umulan insan­lara götürerek damaklarına mama verdirmek, zühd ve takva ehline onlar için dua ettirmek güzel dayanışlardır. Hadiste adı geçen muhacir hanım Ümmü Kays da yeni doğan yavrusunu Peygamber Efendimize götürmek suretiyle yavrusu için hayır dua almak istemiştir.



Efendimizin (sav) çocuk sevgisi bu hadiste de kendini göstermiş ve O, abdest bocan bebeği uzaklaştırmak yerine, idrarının üzerine su serpmekle yetinmiş, işi büyütüp anneyi zor durumda bırakmamıştır.





Bâb: Kanın Yıkanması







16- Muhammed b. el-Müsennâ bize anlatarak dedi ki: Yahya bize Hişâm'dan anlatarak dedi ki: Fâtıma bana Esmâ'nın (r.anhâ) şöyle dediğini anlattı:



Bir kadın Allah Resûlü'ne (sav) geldi ve "Birimizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa temizliğini nasıl yapsın?" dedi. O da şöyle buyurdu: Ovalarsın, sonra da suyla çitilersin, su döküp bununla namazını kılarsın.[13]







Şerh







Bir kadın geldi" İmam Şafiî'nin Süfyân b. Uyeyne'den yaptığı rivayette, soru sahibi hanımın bizzat Esma bn. Ebî Bekr (r.anhâ) ol­duğu geçmektedir.



Ovalarsın", hayız kanı bulaşmış giysinin temizlenmesinde iîkhareket ovmaktır.



Çitilersin", buradaki çitileme, suyla yapılacaktır. Kadı İyâz ve diğerleri bu çitilemenin parmak uçlarıyla yapımasi ve kumaşın içine iş­lemiş kanın bu şekilde uzaklaştırılması gerektiğini söylemişlerdir. el-Hattâbî şöyle der: Bu hadis, necasetlerin ancak su ile temizlenebileceğinin delilidir. Başka sıvılar, asla suyun yerini tutmazlar. Çünkü diğer necasetlerin tümü, kan hükmündedir. Aralarında fark yoktur ki ulemânın cumhuru da bu görüş­te birleşmiştir. Yine de asıl olan suya kıyas ile, temizleyici nitelikte başka sıvıların da kullanılabileceği söylenmiştir.







Hüküm







Hanefî mezhebine göre kadınların adet, loğusalık ve istihâze hallerindeki kanları ağır necaset (necâset-i galîza) hükmündedir. Bunların temizlenmesi ancak su ile mümkündür.







Ders







Bu hadis-i şeriften çıkaracağımız en önemli Ders, Müslüman bir hanımın dinini öğrenmek için ilim ve irfan sahiplerine soru sormaktan çekinmemeleri gereğidir.



Adet kanı gibi, haya konusu olan bir mesele bile dinini Öğrenmek için sorulabüdiğine göre, hanımların dinlerini öğrenmek için ehliyet sahibi insan­lara başvurmaları sünnete uygun bir davranıştır. Belki de yerilmesi gereken, utanç vesair etkenlerle câhil kalmakta ısrar etmektir.



Bir diğer Ders, necaset olarak tanımlanan kir ve pislikleri temizlemede kullanılacak birinci aracın su olmasıdır. Su, hayatın kaynağı olduğu gibi sağlıklı ve hijyenik olarak devam etmesinin de vazgeçilmez vasıtasıdır. Bu anlamda başka hiçbir sıvı, suyun yerini alamaz. Günümüzdeki deterjanlar, çamaşır suları ve benzeri kimyasal maddelerde temizlikte suyla beraber kul­lanılabilirler. Unutmamalıdır ki "Temizlik imandandır".






Bâb: İstihâze Kanının Yıkanması







17- Muhammed (İbni Selâm) bize anlatarak dedi ki: Ebû Muâviye bize babasından, o Âişe'den (r.anhâ) şöyle dediğini nakletti:



Fâtıma bn. Ebî Hubeyş Allah Resûlü'ne (sav) geldi ve "Ey Allah'ın Elçisi! Ben istihâze gören bir kadınım, bir türlü temizlenemiyorum, namazı bırakayım mı?" diye sordu. Allah Resulü (sav) buyurdu ki:



"Hayır! Bu seninki kanayan bir damar kanı olup hayız kanı değil­dir. Ancak hayız günün geldiğinde namazı bırak, hayız günün bittiğinde üzerindeki kanı temizle ve namazı kıl. Hayız günün gelene kadar her namaz için abdest al.[14]



İstihâze gören", istihâze, bir kadının hayız kanaması dışında rahim dışında başka bir kaynaktan kan gelmeye devam etmesi hâline denir. Normal günler dışında gelen her türlü kan, istihâze kanı hükmündedir.



Damar (kanı)", yani bu kan, hayızdan dolayı değil, başka bir sebeple oluşan temiz bir kanamadır.



Buradaki gelme ve bitme 'ibtidâ ve idbâr' fiilerinde kastedilen, adet (ha­yız) kanamasının başlayıp sona ermesidir.



Abdest al", yani hayız için almandan farklı olarak sadece na­maz abdesti al. Çünkü gelen kan, hayız kanıyla aynı hükümde değildir.







Hüküm







Hanefî mezhebine göre, âdet gören bir kadından bir hastalık sonucu sü­rekli kan gelecek olsa, hayız ve temizlik hallerindeki durumuna göre amel edilir. Yani ayın herhangi beş gününde hayız gören bir kadın, bu günler dı­şında kanama görmeye devam etse, hayız bakımından temiz sayılacağı için abdest alarak namazlarını eda etmesi gerekir. Bu tür kanamaya fikıh dilinde 'istihâze' denmektedir. Tanımı şöyle yapılmıştır: Bir kadından üç günden az, on günden fazlagelen bir kandır.



İstihâze olan kadının kanı,diğer organlardan gelen kan gibidir. Bununla sadece abdest bozulur. Kanama devam eDerse özürlü sayılır. Böylesi hanım­lar hakkında özürlü hükmü geçerli olup namaz ferzi geçerliliğini ko­rur. Orucunu erteleyemez. Cinsel münasebet kurulması da haram olmaz.



Dokuz yaşın altındaki kız çocuklarıyla menopoza girmiş, örneğin yetmi­şini aşmış hanımlardan gelen kan da istihâze kanı sayılır ve ona göre hüküm verilir.







Ders







Bir Önceki hadis-i şerifte olduğu gibi buradada, örnek bir Müslüman ha­nımın dinini öğrenme konusunda Peygamber Efendimize sorular sorduğu ve bundan utanıp sıkılmadığı görülmektedir. Bunun bütün Müslüman hanımlar-ca örnek alınması gereken bir davranış olduğunu bilmemiz gerekir. Çünkü dini öğrenme konusunda haya ve utanma olmaz.





Bâb: Nebiz Veya Alkollü İçecekle Abdest Alınmaz







18- Ali b. Abdillah bize anlatarak dedi ki: Sfyân bize anlatarak dedi ki: Zührîbize Ebû Seleme'den, o Âişe'den (r.anhâ) şunu nakletti: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Sarhoş eden her içecek haramdır.[15]







Şerh







Sarhoş eden her içecek1' ifadesinin açıklamasında el-Hâttâbî şunu söylemiştir: Bu hadis, hangi türden olursa olsunsarhoş eden içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunun delilidir.



Buhârî'nin bu hadisi abdest bölümü içine alma sebebi, içilmesi helâl ol­mayan bir sıvıyla abdest almanın da caiz olmayacağını teyit etmektir.







Hüküm







Şarap ittifak ile, diğer alkollü içecekler tercih edilen görüşe göre necâset-i galîza hükmündedir. Bunlar ne temiz, ne de temizleyici olarak görülürler. Hele ibadetler gibi ihtiyat, duyarlılık, temizlik ve ilahî emre teslimiyetin arandığı fiillere hazırlık için bunları kullanmak tamamen akıl dışıdır.



Şafiî mezhebine göre, şarap ve diğer bütün alkollü içecekler necaset hükmündedir.







Ders







Bu hadis-i şeriften çıkarılacak en mühim Ders, yüce dinimizin alkollü içecekleri ne derece çirkin gördüğüdür. Bunlar, bırakınız içmeyi temizlikte dahi kullanılması uygun görülmeyen sıvılardır. Saf alkoldeki dezenfekte etme ve mikrop kırma özelliğine rağmen içme gayesiyle üretilmiş alkollü içecekler, abdestte asla kullanılmazlar. Bunların çoğu da azı da hüküm ba­kımından bir sayılmıştır.



Ancak dinimizin bilime duyduğu saygı gereği, tıpta ihtiyaç duyulması hâlinde yaraların temizliği ve pansumanı esnasında kullanılmalarına Hanefi mezhebinde ruhsat verilmiştir.









[1] Buhârî, vudû/170, salât/426-427, ezân/611-612, 619, buyû/1976, bed'ul-halk2990. tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim, mesâcid/1034-1037, 1059-1063; Tirmizî, salât/199-200; Nesâî, mesâcid/725, imâmet/829; Ebû Dâvud, salât/396-398, 472; İbn Mâce mesâcid/778-779; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7268, 7296. 7553, 7773, 7898, 7999,8756, 8786, 9005, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 1009Û. 10116, 10379, 10461, 10481; Malik, nîdâ/265, 344-345, 347; Dârimî, salât/1245.


[2] Buhârî, vudû/176, 196, 199, salât/350, 375, cihâd/2702, 4069, Hbâs/5352-5353; Müs­lim, tahâret/404-412, salât/640; Tirmizî, tahâret/90-91, 93; Nesâî, tahâret/78, 81; Ebû Dâvud, tahâret/128-130; İbn Mâce, tahâret/538, 543; İbn Hanbel, evvelu musnedi'i-Kûfiyyîn/17432, 17440, 17461, 17469, 17476, 17496, 17496, 17510; Mâlik, tahâret/64; Dârimî, tahâret/707.


[3] Buhârî, vudû/,79-180, 184-185, .90, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30;

Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428;'İbn Hanbel, evvelu musnediİ-Medeniyyîn/lSSÎi}, 15843, 15857, 15864; Mâlik, taharet/29^ Dârimî, tahâret/691.


[4] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tİrmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, îahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evveIumusnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârim{ tahâret/691.


[5] B«hârî, vudû/379-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârimî, tahâret/691.


[6] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Medeniyyîn/15£36, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dânmı, tahâret/691.


[7] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evveIumusnedi'l'Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârimî, tahâret/691


[8] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârimî, tahâret/691.


[9] Buharı, vudû/176, 196, 199, salât/350, 375, cihâd/2702, 4069, libâs/5352-5353; Müs­lim, tahâret/404-412, salât/640; Tirmizî, tahâret/90-91, 93; Nesâî, tahâret/78, 81; Ebû Dâvud, tahâret/128-130; İbn Mâce, tahâret/538, 543; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Kûfiyyîn/17432, 17440, 17461, 17469, 17476, 17496, 17496, 17510; Mâlik, taharet 64; Dârimî, tahâret/707.


[10] Buhârî, vudû/176, 196, 199, salât/350, 375, cihâd/2702, 4069, libâs/5352-5353; Müs­lim, tahâret/404-412, salât/640; Tirmizî, tahâret/90-91, 93; Nesâî, tahâret/78, 8); Ebû Dâvud, tahâret/128-130; İbn Mâce, tahâret/538, 543; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Kûfiyyîn/17432, 17440,17461/17469, 17476, 17496, 17496, 17510; Mâlik, tahâret/64, Dârimî, tahâret/707.


[11] Buhârî, vudû/205; Müslim, salâtu'l-musâfirîn/1309; Tirmizî, 323; Nesâî, tahâret/162; Ebû Dâvud, salât/1115; İbn Mâfce, ikâmetu!s-salât/1360; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-Ensâr/23152, 24481, 24517, 25105; Mâlik, nidâ/239; Dârimî, salât/1348.


[12] Buhârî, vudû/216, tıp/5260, 5274, 5276, 5279; Müslim, tahâret/432-433, selâm/4102-4103; Tirmizî, tahâret/66; Nesâî, tahâret/300; Ebû Dâvud, tahâret/319, tıp/3379; İbn Mâce, tahâret/517, tıp/3453, 3459; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-Ensâr/25756; Mâlik, ta-hâret/128; Dârimî, tahâret/734.


[13] Buhârî, vudû/220, hayz/296; Müslim, tahâret/438; Tirmizî, tahâret/128; Nesâî, ta-hâret/291; Ebû Dâvud, tahâret/306-307; İbn Mâce, tahâret/621; İbn Hanbel, bakî mus-nedi'l-Ensâr-25683, 25742; Mâlik, tahâret/121; Dârimî, tahâret/765, 998.


[14] Buhârî,.vudû/221, hayz/295, 309, 314, 319; Müslim, hayz/50; Tirmizî, tahâret/116; Nesâî, hayz/355-356, 360-364; Ebû Dâvud, tahâret/244, 256: İbn Mâce, tahâret/612-613, 616; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-Ensâr/23016, 24443, 24500, 24812, 25054; Mâlik, tahâret/122; Dârimî, tahâret/767, 772


[15] Buhârî, vudû/235, eşribe/5157-5158; Müslim, eşribe/3727-3728; Tirmizî, eşribe/1786, 1789- Nesâî esribe/5496-5500; Ebû Dâvud, eşribe/3197, 3202; ibn Mace, eşnbe/337/, îffiS^'HÎ^. 23287, 23511, 23843,24396, 24704; Malık. eşribel321; Dârimî, eşribe/2005.


Abdesti Öndeki İki Mahreçten Çıkan Sebebiyle Gerekli Görmek





4- Âdem b. Ebî İyâs bize anlatarak dedi ki: İbn Ebî Zi'b dedi ki: Saîd el-Makberî bize Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakletti: Allah Resulü (sav) buyurdular ki: "Kişi mescidde olduğu sürece, namazı beklerken hadeste bulunmazsa namazda sayılır." A'cemî bir adam dedi ki: Ey Ebâ Hüreyre! Hades nedir? Dedi ki: Ses, yani yellenmedir.[1]





Şerh







Mescidde durduğu sürece", yani farz namazın vakti girinceye kadar mescidde oturursa. Bu, el-Küşmihenî'nin rivayetidir. Murad edilen husus, konuşma ve benzeri bir meşgaleyle uğraşmaksızın sırf namazı



beklemesi hâlinde namaz kılıyormuş gibi sevap kazanmasıdır.



Hades", abdest bozma anlamına gelir. Hadasten taharet ise, abdest almakla olur.



A'cerrû", Asr-ı saadette Arapça bilgisi yetersiz olanlara A'cemî denir, bu sıfat kullanılırken Arap asıllı olup olmamasına değil Arap­ça bilgisine bakılırdı. Burada zikredilen A'cemî, el-Hadramî'dir. Ebû Dâvud ve diğerleri tarafindan nakledilen Abdest, ancak ses veya kokuyla bozulur" hadisindeki ziyâde de hadisin hükmünü desteklemektedır.







Hüküm







Hadisten çıkarılan hüküm, abdestin ancak sesli veya kokulu yellenmeyle bozulduğudur. Bâb başlığında zikredilen iki mahreç ile kastedilen ise küçük abdest ve büyük abdest mahallerinden çıkan idrar ve gaitadır. Büyük abdest mahallinden, gaita dışında halk arasında "ydlenrne" olarak bilinen gaz çıkışı da abdesti bozar. Yellenmenin abdest bozucu nitelikte olmasının iki alâmeti vardır ki biri ses, diğeri kokudur. Bu ikisinden her hangi biri ve ikisiyle bir­likte abdest bozulur.



Efendimiz (sav) mescidde hades için, sırf yellenmeyi zikretmekle, o mü­barek mekanda küçük veya büyük abdest bozmanın akla gelemeyeceğini beyan etmiştir.







Ders







Namaz, dinimizin temel ibadetidir. Cemaatle kılınan toplu namaz ise bir Çok hadis-i şerifte teşvik edilmekte, hatta kimi rivayetlerde bireysel namaz­dan yirmi yedi kat daha üstün görülmektedir. Mescid, İslam toplumunda cemaatle namaz kılınan kutsal mekandır.



Allah Resulü (sav) namaz vakti girinceye kadar mescidde sessizce beklemenin namaz kılmak gibi olduğunu söylemek suretiyle bunun önemine ve güzelliğine dikkat çekmektedir.



Şu hâlde cami ve mescidler, sadece namaz vakitlerinde girilip çıkılan yerler olmamalı, bilakis sessiz zikir ve tefekkürün icra edildiği Allah'ı anma, nefs muhasebesinde bulunma ve tefekkür etme mekanları hâline getirilmeli­dir.





Bâb: Abdest Alana Yardım Etmek







5- Amr b. Ali bize anlatarak dedi ki: Abdülvehhâb bize anlatarak dedi ki: Yahya b. Saîd'i şöyle derken dinledim: Sâd b. İbrahim, Nâfi b. Cübeyr Mut'im'in kendisine haber vererek Urve b. el-Muğîre b. Şu'be'nin, babasını şunu anlatırken dinlediğini söylemiş: Kendisi Allah Resulü (sav) ile bir yolculukta iken Resûlüllah (sav) abdest alırken O'na su dökmeye dur­muş, O da yüzünü ve ellerini yıkamış ve başını meshedip mestlerinin üzerine mesh etmiş.[2]



Muğîre O'na su dökmeye durmuş" ifade­siyle ilgili olarak İbni Battal şöyle dedi: Bu fiil, bir kişinin başkasıiçin yap­masının caiz olduğu ibadetlerdendir. Ancak namaz bundan müstesnadır. İmam Buhârî de bu hadisi delil olarak alıp kişinin abdest alırken yardımcı bulundurmasını caiz görmüştür. Kişi, uzuvlarına hem döküp hem yıkamak yerine su dökme esnasında başka birinden yardım alabilir. İbni el-Müntr



buna bir eklemede bulunarak, abdestte yıkanması gereken uzuvları suya daldumanın maksad değil ancak araçlardan biri olabileceğini söyleyerek suya daldıktan sonra abdeste niyet etmenin caiz olduğunu söylemiştir.







Hüküm







Bu hadise göre, abdest sırasında su dökecek birinin yardımına başvur­mak mekruh olmadığı gibi, bunu gönüllü olarak yapmak da ibadet hükmün­dedir. Abdest alacak kimseye su getirmenin aynı hükme tâbi olması elbette evlâdır. Hanefi mezhebine göre de hüküm bu şekilde olup her hangi bir kerâhat söz konusu değildir.



Bu hadisten çıkarılacak ikinci hüküm, mestler üzerine meshin sünnete uygun bir fiil olduğudur. Görüldüğü üzere bu ve daha bir çok hadiste Allah Resûlü'nün (sav) mestler üzerine mesh ettiği değişik sahabîler tarafından haber verilmiştir.







Ders







Bu hadis-i şeriften çıkarılacak en mühim Ders, bütün hayırlı işlerde ol­duğu gibi abdestte de özellikle yardıma muhtaç durumda olanlara yardım etmenin bir mânâda ibadet olduğunu bilmektir. İnsanların abdest alabilmele­ri için su temin etmek de aynı hükümdedir.



Hayırda yardımlaşmanın farz olduğu bilinciyle, özellikle büyüklere abdest alırken su taşımak, su dökmek ve havlu tutmak, Müslüman milletimizi en güzel geleneklerindendir. Bu geleneklerin beslendiği sünneti görerek bunları yaşatmaya daha fazla ilgi göstermek gerekir.





Bâb: Başın Tamamını Mesh Etmek







6- Abdullah b. Yûsuf büze anlatarak dedi ki: Mâlik bize Amr b. Yahya el-MâzinTden, o babasından haber verdi: Bir adam Abdullah b. Amr'ın de­desi Abdullah b. Zeyd'e şöyle dedi: "Bana Allah Resûlü'nün (sav) nasıl ab-dest aldığını gösterebilir misin?"



Abdullah b. Zeyd cevap verdi: Elbette.



Sonra su istedi ve önce ellerine döktü, iki kez yıkadıktan yüzünü üç kez yıkadı. Daha sonra üçer defa ağzına ve burnuna su verip sümkürdü. Ardından kollarını dirseklerle beraber ikişer defa yıkadı. Sonra başını ön tarafından başlayarak enseye varana, oradan tekrar öne getirerek mesh etti. Sonra da iki ayağını yıkadı.[3]







Şerh







"Bir adam" ifadesiyle kastedilen kişi Musannifin (Buhârî) bir sonraki Vüheyb senediyle gelen hadiste adını zikrettiği üzere Amr b. Ebî Hasan'dır. Başka şerh ve nakillerde farklı isimler de verilmektedir. ir misin?" Burada hocanın fiilen göstermesinin öğretimde daha etkili olacağından hareketle bizzat göstermesi rica edilmiştir: Lütfedip gösterir misiniz? anlamındadır.



Elini iki kez yıkadı", İmam Mâlik'in rivayetinde bir kez yıkadığı geçerse' de başka rivayetlerde üç kez yıkadığı geçmektedir. Adetlerdeki ihtilaf bir kenara bırakılırsa, buradan çıkarılan asıl hüküm, uy­kudan kalkmış olma şartına bağlı olmaksıztn su kabına el sokulmadan önce ellerin yıkanması gereğidir.



"Sonra ağzına ve burnuna üçer defa su verip sümkürdü", ağza ve burna birlikte su vermenin müstehap olduğu söylenmiş­tir.



Sonra yüzünü üç kez yıkadı", ifadesiyle ilgili olarak bütün rivayetler aynı sayı üzerinde birleştiği söylenebilir.



Sonra kollarını ikişer defa yıkadı" iradesiyle ilgili olarak yalnız Müslim'de 'üç' sayısı zikredilmiş, diğerlerinde ikişer defa olarak geçmiştir.



Dirseklerle beraber" ifadesindeki 'ilâ' harf-i cerrinin fiil kattığı anlam üzerinde âlimler ihtilaf ettiler. Cumhur olarak bilinen "Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin" ayet-i kerimemden hareketle 'beraber' anlamının uygun olduğunu söylemiştir. Diğer görüş ise ise, koltuk altlarma kadar yıkanması gerektiği şeklindedir. İmam Züfer'in de aralarında bulunduğu bir grup ulemâ ise ihtiyatı tercih ederek azamî ölçüde yani omuzlara yıkamayı benimsemiştir.



Kolların yıkanmasıyla ilgili rükünde, dirseklerle beraber yıkamanın ge­rektiği hususunda icmâ söz konusudur.



Sonra başını mesh etti", ifadesiyle ilgili olarak tercih edilen görüş, bunun suyla yapılması yönündedir. İfâdeden başın tamamı ve­ya bir bölümü mü kastedildiği üzerinde farklı görüşler beyan edilmiş olmak­la birlikte dörtte birini mesh etmenin farzı ifa deceği söylenmiştir.



"Başın ön kısmından başladı", meshe başın Ön tarafindan başlamak, bu hadis-i şerife göre sünnettir. Mesh, önden arkaya yapılıp arka­dan öne getirilmek suretiyle bitirilir. Meshin tekrarı mendup görülmemiştir.



Sonra ayaklarını yıkadı", bazı rivayetlerde 'topuklarla beraber' ifâdesi de geçmektedir ki, tercih edilen de budur. Ayaklar yıkanır­ken topukların ihmal edilmemesi gerekir.





Hüküm







Şerh bölümünde de görüldüğü üzere bu hadis-i şerifte Allah Resûlü'nün (sav) aldığı şekliyle abdestin erkânı anlatılmaktadır. Abdeste konu olan uzuvların yıkanmayla ilgili olanlarını bir defa yıkamak farz iken, iki veya daha fazla sayıda yıkamak müstehaptır. Bu hadise göre ve Hanefî mezhebine göre niyet, abdestin erkânından değildir. Şafiî mezhebine göre ise abdest, bir ibadet olduğundan niyet şarttır. Onlara göre niyetsiz abdest sahih olmaz. Hadiste zikredilmeyen kulakların hilallenmesi, başın meshi kapsamına giren bir müstehaptır.





Ders







Bu hadis-i şeriften çıkarabileceğimiz ilk Ders, bir öğretim metodu olarak .vgulamayla anlatımın çok sağlıklı ve tavsiye edilen bir yöntem oluşudur. Tabii ki abdest, Yüce Allah'ın bu ümmete mahsus kıldığı en güzel temiz-Ğome yöntemidir. Günde beş defa abdest almak, en fazla kire maruz kalan .ıuv ve bölgelerin arındırılması, suyla dezenfekte edilmesidir. Abdestin, rjcut elektriğini alması noktasında ruh sağlığı ve dinçlik üzerinde de olumlu atkısı bulunduğu açıktır.





Bâb: Ayaklan Topuklara Kadar Yıkamak







7- Mûsâ bize anlatarak dedi ki: Vüheyb bize Amr'dan, o babasından laklederek dedi ki: Amr b. Ebî Hasan bize babasının şöyle dediğini nakletti: Amr b. Ebî Hasan'ın Abdullah b. Zeyd'e Allah Resûlü'nün abdestiğini sor-rağuna şahit oldum. Bakır kapta su istedi ve onlar için Allah Resûlü'nün sav) aldığı gibi abdest aidi.



Bakır kabı eğerek eline (su) döktü. Ellerini üçer kez yıkadı. Sonra Herini bakır kaba sokarak ağza ve burna üç kez su çekip sümkürdü.



Ardından yüzünü üç defa yıkadı. Sonra kollarını dirseklerle beraber ikişer defa yıkadı. Sonra elini tekrar soktu ve başını Ön tarafından baş­layarak arkaya, arkadan öne doğru bir defa mesh etti. Sonra iki ayağını topuklarla beraber yıkadı.[4]





Şerh







"Sonra elini soktu ve yüzünü üç defa yıkadı", hadisin bu rivayetinde, her uzuv için bakıp kaptan taze su alınması hususu öne çıkmaktadır. Bu rivayette, su kabına tek elini soktuğu geçerken, bazı rivayetlerde iki elini soktuğu şeklinde geçmektedir. Fakat bunlar sahih kaynaklar değildir.







Hüküm







Hadis-i şerif bir önceki (6) hadisle aynı içeriğe sahip olduğundan aynı hükümleri taşımaktadır. Sadece uzuvları yıkama sayılarında farklılık bulun­maktadır ki bunun hükmü de önceki hadiste zikredilmişti.







Ders







Buradan çıkarabileceğimiz en önemli Ders, abdest sırasında kullandığı­mız suyun temiz ve kullanılmış olmamasına dikkat etmek, eğer kapta alını­yorsa mümkün olduğunca her iki eli değil, yalnız bir eli kullanmaktır.





Bâb: Aynı Kaptan Ağza Ve Burna Su Vermek







8- Müsedded bize anlatarak dedi ki: Hâlid b. Abdillah bize Amr b. Yah­ya'dan, o babasından, o Abdullah b. Zeyd'den nakille dedi ki: Kaptan elle­rine su döktü ve iki elini yıkadı. Sonra (ağzını) yıkadı veya ağzına su verdi, burnuna bir şvuç su verdi. Bunu üçer kez yaptı. Sonra kollarını dirseklerle beraber ikişer ikişer yıkadı. Ardından başını ön tarafından başlayarak arkaya, arkadan öne doğru mesh etti. Sonra iki ayağını to­puklarla beraber yıkadı. Ardından şöyle dedi: İşte Allah Resûlü'nün (sav) abdesti böyledir.[5]







Şerh







Veya ağzına su verdi", ifadesinde şüphe bulunmaktadır. Müslim'in Muhammed b. es-Sabbâh'tan yaptığı nakilde bu tereddüde yer verilmemiştir. el-Kirmânî buradaki şüphenin, hadisin senedinde yer alan tabiîden kaynaklandığını söylemiştir.



Bir avuçtan", hadisin Ebû Zer (ra) tarafindan yapılan rivayetinde de bu ibare geçer. İbni Battâl'a göre avuçtan maksat, ağız dolusu sudur.



"Sonra kollarını yıkadı", görüldüğü üzere hadisi kısaltmak (ihtisar) maksadıyla yüz yıkama rüknü zikredilmemiştir.







Hüküm







Hadis-i şerîf, önceki iki hadisten farklı bir hüküm içermemektedir.







Ders







Aynı konuda farklı sened zincirleriyle bu kadar çok rivayette bulunulmuşy olması, abdest konusunun ilk devir Müslümanları açısından ne derece önemli olduğunu gösterir.





Bâb: Başı Bir Defa Mesh Etmek







9- Süleyman b. Harb bize anlatarak dedi ki: Vüheyb bize anlatarak dedi ki: Arar b. Yahya bize babasının şöyle dediini nakletti: Amr b. Ebî Hasan'm Abdullah b. Zeyd'e Allah Resûlü'nün (sav) abdestini sorduğuna şahit ol­dum. Bunun üzerine bakır kapta bir su istedi. O(rada buluna)nlar için abdest aldı. Kabı eğerek ellerine (su) döktü. Onlan üçer defa yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve üçer üçer ağzına, burnuna su verip sümkür-dü. Sonra elini kaba soktu ve üç defa yüzünü yıkadı. Ardından ellerini kaba soktu ve ikişer ikişer kollarını diseklerle beraber yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve başını iki eliyle önden arkaya, arkadan öne doğru mesh etti. Sonra elini kaba soktu ve ayaklarını yıkadı.



Mûsâ bize anlattı ki: Vüheyb şunu söyledi: Başım bir defa mesh etti.[6]





Şerh







Başını bir defa mesh etti", âlimler başın mesh yerine yıkanmasının mekruh olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir.







Hüküm







Başın meshinde sünnet olan bir defa olması ve şu şekilde yapılmasıdır: Her iki el, tamamen ıslatılır, sonra bu iki elin küçük, orta ve adsız parmakları birbirine bitiştirilir. Bna ellerin ayaları yukarı kaldırılıp bu bitişik parmaklar uç uca gelmek suretiyle birbirine yaklaştırılır. Bu parmaklar başın ön tara­fından enseye kadar çekilir; sonra da iki elin ayaları başın iki tarafına yapış­tırılarak ense tarafındanbaşın önüne kadar çekilir. Bu şekilde bütün başın meshi tamamlanmış olur. Sonra başa değdirilmeyen baş parmakların içiyle kulakların dışları ve şehadet parmaklarının içiyle de kulak içleri mesh edilir. Parmakların arkalarıyla da boyun mesh edilir.







Ders







Namaz gibi bazı dinî görevlerin yerine getirilebilmesi için abdest almak farzdır. Örneğin abdestsiz bir kişi, namaz kılamaz, tavafta bulunamaz, Kur'an-ı Kerime el süremez. Bunlar haram görülmüştür. Ergenlik çağına giren ve su kullanabilen her Müslüman üstte sayılan farzlar için abdest al­makla mükelleftir.





Bâb: Bakır, Ahşap Kap Vs.Den Abdest Alma Ve Gusletmek







10- Ahmed b. Yûnus bize anlatarak dedi ki: Abdulaziz b. Ebî Seleme bi­ze anlatarak dedi ki: Amr b. Yahya bize babasının Abdullah b. Zeyd'den şunu naklettiğini anlattı:



Allah Resulü (sav) geldi. O'na bronz bir kapta su çıkardık. Abdest aldı. Yüzünü üç kez yıkadı, kollarını iki kez (yıkadı). Başını önden ar­kaya, arkadan öne doğru mesh etti. Ve ayaklarını yıkadı.[7]





Şerh







Bronz bir kapta" ifadesindeki "Bronz" kelimesi, diğer rivayetlerde bulunmayan bir ziyâdedir. Abdest suyunun verildiği kap, bakır, cam, ahşap ve diğer malzemelerden olabilir.



Ve yüzünü yıkadı", ifadesi, bir önceki "Abdest aldı" fiili­nin açıklaması konumundadır. Hadisin kaynağı aynı olmasına rağmen ve ağız ve buruna su vermenin zikredilmemesi, diğer rivayetlerle mukayese edildiğinde bir haziftir.







Hüküm







Hadis-i şeririn bu rivayetinden çıkarılan hüküm, temiz olmak ve suyun niteliğini bozmamak şartıyla her tür kaptan abdest suyu alınabileceğidir.







Ders







Bu bölümde abdestin âdâbıyla ilgili birkaç hususu hatırlamanın faydası olacaktır:Abdest alırken mümkün olduğunca kıbleye yönelmek, abdest artığı suyun elbiseye sıçramamasına dikkat etmek, zorunlu olmadıkça dua etmek dışında konuşmamak, abdeste besmele çekerek başlamak ve her uzuvla ilgili duaları öğrenerek bunları okumak,ağız ve burna sağ elle su verip sol elle sümkürrnek, aşırı az veya haddinden fazla su kullanmamak, abdest suyunun güneşte ısınmış olmamasına dikkat etmek.






Bâb: Bakır Kaptan Abdest Almak







11- Hâlid b. Mahled bize anlatarak dedi ki: Süleyman b. Bilâl bize anla­tarak dedi ki: Amr b. Yahya bana babasının şöyle dediğini anlattı: Amcam Çok abdest alırdı. (Bir keresinde) Abdullah b. Zeyd'e şöyle dedi: "Bize Allah Resûlü'nü (sav) nasıl abdest alırken gördüğünü anlatıver".



Bunun üzerine bir bakır kapta su istedi. Kabı eğerek ellerini üç kez yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve her seferinde bir avuç dolusu olmak üzere üçer kez ağza ve burna su verdi. Sonra elini kaba daldırarak yü­zünü üç kez yıkadı. Sonra kollarını dirseklerle beraber ikişer kez yıka-dı.Sonra eliyle su alarak başını önden arkaya, arkadan öne doğru mesh etti. Sonra ayaklarını yıkadı ve şöyle dedi: Allah Resûlü'nü (sav) de böyle abdest alırken gördüm.[8]







Şerh







Bir avuç dolusu", ağza ve burnu su verirken (mazmaza ve istinşâk) her biri için ayrı ayrı su alındığınıteyit etmek için bu ibareye yer verilmiştir.



Böyle", ifadesi, hadis-i şerifin merfü olarak rivayet edildiğini göstermektedir. Hadisin başlangıç bölümü de bu yöndedir.







Hüküm







Bu hadisin hükmü bağlamında abdestin farz ve sünnetlerini maddeler hâlinde zikretmek yararlı olacaktır:







Kaynaklar


[1] Buhârî, vudû/170, salât/426-427, ezân/611-612, 619, buyû/1976, bed'ul-halk2990. tefsîru'l-Kur'ân/4348; Müslim, mesâcid/1034-1037, 1059-1063; Tirmizî, salât/199-200; Nesâî, mesâcid/725, imâmet/829; Ebû Dâvud, salât/396-398, 472; İbn Mâce mesâcid/778-779; İbn Hanbel, bakî musnedi'l-müksirîn/6888, 7108, 7121, 7268, 7296. 7553, 7773, 7898, 7999,8756, 8786, 9005, 9084, 9483, 9731, 9769, 9909, 9916, 1009Û. 10116, 10379, 10461, 10481; Malik, nîdâ/265, 344-345, 347; Dârimî, salât/1245.




[2] Buhârî, vudû/176, 196, 199, salât/350, 375, cihâd/2702, 4069, Hbâs/5352-5353; Müs­lim, tahâret/404-412, salât/640; Tirmizî, tahâret/90-91, 93; Nesâî, tahâret/78, 81; Ebû Dâvud, tahâret/128-130; İbn Mâce, tahâret/538, 543; İbn Hanbel, evvelu musnedi'i-Kûfiyyîn/17432, 17440, 17461, 17469, 17476, 17496, 17496, 17510; Mâlik, tahâret/64; Dârimî, tahâret/707.




[3] Buhârî, vudû/,79-180, 184-185, .90, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30;

Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428;'İbn Hanbel, evvelu musnediİ-Medeniyyîn/lSSÎi}, 15843, 15857, 15864; Mâlik, taharet/29^ Dârimî, tahâret/691.




[4] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tİrmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, îahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evveIumusnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârim{ tahâret/691.




[5] B«hârî, vudû/379-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârimî, tahâret/691.




[6] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Medeniyyîn/15£36, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dânmı, tahâret/691.




[7] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evveIumusnedi'l'Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârimî, tahâret/691




[8] Buhârî, vudû/179-180, 184-185, 190, 192; Müslim, tahâret/346; Tirmizî, tahâret/30; Nesâî, tahâret/96-97; Ebû Dâvud, tahâret/103; İbn Mâce, tahâret/428; İbn Hanbel, evvelu musnedi'l-Medeniyyîn/15836, 15843, 15857, 15864; Mâlik, tahâret/29; Dârimî, tahâret/691.

Hızıra Söyle

Bediüzzaman Saidi Nursi Emirdağ veya Afyon hapishanesi'nde yatarken, bir gece Konya'nın Ladik kasabasına Ahmed Ağa'nın yanına geldi. ahmed Ağa'nın yanında o anda sadece oğlu Zekeriya vardı.

Bediüzzaman tayy-i mekan ederek gelmişti. Ahmed Ağa'nın odasının eşiğinde, ellerindeki kelepçeyi ve ayaklarındaki zincirleri çözdü, içeri girdi:
"- Bu çıksın, dedi,
Zekeriya'dan ötürü, konuşacaklarım var..."
Ahmed Ağa:
"-Mahzuru yok kardeşim, yabancımız değildir, oda duysun ..." dedi.
Bediüzzaman:
"-Ahmed Ağa, üstada - Hızıra - söyle, tahammülüm kalmadı, dedi.Ahmed Ağa:
"-Olur, söyleyelim kardeşim Said" dedi.

Bediüzzaman tekrar anında kelepçeyi ellerine zincirleri ayaklarına takarak geri döndü.

Bir müddet sonra aynı şekilde Bediüzzaman yine geldi ve:
"-Söyledin mi Ahmed Ağa?... Ne oldu netice?", diye sordu.
Ahmed Ağa:
"- Söyledim kardeşim Said, söyledim" dedi.
Bediüz zaman:
"-Ne dedi Üstad? " diye sordu.
Ahmed Ağa:
"-Sabretmeni söyledi" dedi.

Bediüzzaman bu cevabı alınca, bu defa kapıdan değil, pencereden çıkıp gitti. Yine elleri kelepçeli, ayakları zincirli idi.

Şimdi söyle bir sorulsa, hem tayy-i mekan edebiliyor, hapishaneye girip çıkabiliyor, kelepçelerini çözüp takıyor. Hemde hapishaneden çıkmak için Hazreti Hızır'dan yardım istiyor... Bu nasıl oluyor diye bir soru akla gelebilir.

Evliyalar bu güce sahiptirler. o kuvvet ve o tasarruf ellerinde var ama, izin almadan kullanamazlar. İşte Bediüzzamanda o tasarruf kendisinde olduğu halde üstadı Hızır'dan izin almadan kullanamamıştır.

Bediüzzaman
(1873 -1960)

Hayatını ilim öğrenmekle ve mücadele geçirdi. Çağının iman buhranını gördüğünden, gençleri imana yöneltmek için 130 parçadan oluşan "130" parçadan oluşan "Risale-i Nur" adlı eserini yazdı.



Kaynak : Mustafa Özdamar, Ladikli Ahmet ağa
Dini Hikaye - Hızır ve Gelin
Hızır ve Gelin

Hızır ve Gelin
1930'lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dünyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı içinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Kış. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize'ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan çıkarıp, bahara eriştirmenin çabası içindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tektük birkaç tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilaç niyetine küçük bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu çoğunun. O da kış bitmeden tükenir giderdi.

Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni gelin, beyini gurbete Samsun'a göndermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kürekle yolu açayım deyip, kapıya yönelmekte iken, kapısı çalınır. Kapıyı açari. İhtiyar bir adam selam verir ve:
- Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal çekti, Allah rızası için, bir iki kaşık bal verirmisin?
Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi der, dibinde üç dört kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir , onun da yarısını ihtiyar'a verir. İhtiyar:
- Allah razı olsun kızım, artsın eksilmesin der.
Meryem, kavanozu koymak için geri döner. Kavanozun ağzını kapatayım derken birde ne görsün, kavanoz ağzına kadar bal ile dolu. Meseleyi anlar, kapıya koşar, kar ile dolu yaylanın uçsuzluklarına bakar. Ne bir insan vardır ne de kar da bir iz. Gelen Hızırdır.

Aradan üç dört ay geçer, her gün bal yediği halde kavanoz her seferinde ağzına kadar bal ile doludur. Sırrını hiç kimseye açmaz. Yaza doğru beyi gurbetten gelir. Beyine her öğün bal verir. Bal bitmez, hem ancer balı olacak, bütün kış kalacak birde her öğün kaşık kaşık yenecek, bal bitmeyecek. Beyini merak sarar, sorar, cevap alamaz. Beyi en sonunda:
- Ne olur beni seviyorsan söyle ne oluyor. bunda bir iş var.
Meryem dayanamaz ve ağzı kapalı kavonozu da alır ve olayı anlatır. Kavanozu açıp işte bak ağzına kadar dolu demek istediğinde bir de ne görsün?
Kavonozun dibinde iki kaşık bal kalmış.

Evet, gerçek yaşanmış bir olay... Belki sizin başınıza da geldi, belki gelebilir. Meryem'in kavonozundaki bal bitmeyecekti. Sizin de belki cebinizdeki araba parasını verdiğiniz bir ihtiyar ardından elinizi her cebinizdeki cüzdana attığınızda tükenmeyecek para... Ama sakın ha. Sakın ha. Hızır ile karşılaştığınızı ve sırrınızı kimseye söylemeyin....
Hızır Olduğunu Söylerim

Ramazan... Cuma günü... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde... Girenlerin arasında... O... Hızır... Hızır a.s. da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta...

Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı dürtüklüyor:
- Uyuyacaksın, der. Adam:
- Uyumam, beni rahat bırak.

Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek:
- Uyuyacaksın dedim, der. Adam:
- Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.

Hızır a.s. susar ve gözlerine kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek:
- Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştirki bendeki listede bunun ismi yok.
Cevap gelir:
- Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...

Allah sevdiklerinden etsin... Sevmek, seviyorum demek bir iddia. İş sevilenlerden olmak...
Hızır Geliyor

Hoca, medresede ders verirken talebenin biri bazen ayağa kalkar. Hoca sebebini sorar. Talebe:
- Efendim Hızır geliyor da ondan.
Hoca:
- Ben niçin göremem?
Talebe :
- Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.
Hızır Aleyhisselam'ın:
- Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazlameşgul oluyor. bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan hoca efendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başaldığından "Saçaklı Hoca" ismi verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh)

Terakk-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı.

Hatıratım, Ali Erol
Dini Hikaye - Hırsız Evliya

 Hırsız Evliya

Hırsız Evliya

Ortaköy Rumlarının gönüllerini İslama çelip çaldığı için Hırsız Aziz, (Hırsız Evliya) derlermiş Rumlar Yahya Efendi'ye.


Kosta adında bir Rum Kaptan varmış, şarapçılık yaparmış, çok da içtiği için ayık anı olmazmış. Ama Yahya Efendi'yi nerde görse, eline kapanırmış. Yahya Efendi de sırtını sıvazlıyarak.
-Kastın ne Kosta? Niye harâb ediyorsun kendini bu kadar? der gönüllermiş.
Bir böyle, iki böyle derken bir gün Marmara Adalarının birinden Ortaköy'e şarap taşırken deniz kabarmaya, dalgalar teknesini tokatlamaya başlamış. Derken fırtına kasırgaya, kasırga kıyâmete dönüşmeye başlayınca, kabaran, köpüren, taşan rahmet deryasında sırılsıklam olan Kosta, riyâsız bir gönülle, içten içeee, dıştan dışa, resmen de alenen de hep sevip saydığı Yahya Efendi'ye yönelerek:
- Elimden tut AzizYahya, çek sahile beni, sana bir küp şarabım var, hepsi fedâ olsun sana ... diye içten içe yana göynüye Ortaköy'e ulaşınca,
Kosta'yı sevenlerden birisi:
- Geçmiş olsun Kosta. bu berbat fırtınayı nasıl aştın sen?
Biraz da meczub bir adam olan Kosta, saçını başını eliyle taraklayarak:
-Ben aşmadım, aşıranlar aşırdılar. Yine bağışlandı bize canımız. Köyde (Ortaköy) ne var, ne yok?
-Hırsız var.
-Hırsız.
-Hırsız Aziz adamlarıyla birlikte seni mahzeninde bekliyor.
-Ne zaman geldiler?
-Az evvel. Onlar gönderdiler beni seni bulmaya.
- Pekala hadi gidelim
-Ben gelmesem, bir mahzuru var mı?
- Hayır, hiç bir mahzuru yok ama, sen de gel.
- Peki, demiş arkadaşı, gitmişler varmışlar ki, Yahya Efendi ve yâranı Kosta'nın mahzeninde onları bekliyorlar.
Kosta ve arkadaşı, loş mahzenin kapısından içeriye girerken, Yahya Efendi:
-Gel bakalım Kosta. bir söz attın deryaya, biz de geldik buraya. Tut bakalım sözünü.
Bu durum karşısında ne diyeceğini, ne edeceğini şaşıran Kosta, Yahya Efendi'nin ellerine kapanarak:
-Aziz Baba, mahzenim feda size, şeref verdiniz bize, siz emredin yeter.
Yahya Efendi:
-En keskini hangi küpte?
Kosta, kovuklardaki bir küpü göstererek:
-aha şuracıkta işte.
Yahya Efendi:
-Onu için hep birlikte.
Kosta, elpençe, mahviriyyet içre:
-Siz?
Yahya Efendi.
-Biz de içeriz, merak etme, deyince, Kosta, yıllanmış şarap küplerini açarak, bardak bardak dağıtmaya başlamış. Yahya Efendi de öyle bir sohbet açmış ki orada, ilm-i ledün göklerini oraya boşaltmış. Saatlerce içtikleri halde hiç kimsede en basit bir sarhoşluk alameti görülmeyince, Kosta, arkadaşı ve mahzende çalışan diğer Rumlar birbirlerine bakışmaya başlamışlar.
Kosta, arkadaşının kulağına usulca:
-Bu işte bir iş var. Bir de biz bakalım şu şarabın tadına, diyerek birer bardak da kendileri içince, gözleri fal taşı gibi parlamış, zira, bakmışlar görmüşler ki Kosta'nın mahzende yıllanmış şarabı taze nar şerbetinde dönüşmüş.
İşte Kosta da, arkadaşları da, o günden sonra, mabedlerini de, işlerini de değiştirerek iyi bir Müslüman olmuşlar.


Evliyaların işi, bizim bilemediğimiz, akıl erdiremediğimiz bir planda cereyan ediyor. Hani ilim için henüz çözülemeyen bazı gerçekler var ya...



Kaynak: Yahya Efendi, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil, 1997
Dini Hikaye - Hristiyan ve Hz.Ali'nin (r.a) Zırhı

Hristiyan ve Hz.Ali'nin (r.a) Zırhı

Hristiyan ve Hazret-i Ali'nin Zırhı Hikayesi

Hazret-i Ali (r.a)'ın, halifeliği zamanında, Kufe'de zırhı kayboldu. Bir müddet sonra bir Hrıstiyan'ın yanında ortaya çıktı. Hazret-iAli (r.a) onu hakimin huzuruna götürdü.
-Bu zırh benim malımdır; onu ne sattım, ne de birine bağışladım; şimdi onu, bu adamın yanında buldum,diye iddia etti.
Hakim:
-Halife iddiasını söyledi, sen ne dersin? diye Hıristiyan'a sordu. O, bu zırhın, kendi malı olduğunu, aynı zamanda halifenin sözünü yalanlamadığını, söyledi.
Hakim Hazret-i Ali (r.a)'na dönerek
- Sen iddia ettin, bu şahıs ise inkar ediyor. Bu durumda iddian için şahit getirmen lazım, dedi.
Hazret-i Ali (r.a) güldü ve
- Hakim doğru söylüyor, şimdi şahit getirmem gerek, fakat hiç bir şahidim yok, dedi.
Hakim, iddia edenin şahidinin olmamasına dayanarak, hrıstiyan'ın lehine karar verdi. O da zırhı aldı ve gitti.
Fakat, zırhın, kimin malı olduğunu daha iyi bilen Hristiyan' ın, bir kaç adım yürüdükten sonra vicdanı uyandı ve geri dönerek
- Böylesine bir hükümet ve davranış şekli alelade insanların keyfinden değil, peygamberlerin hükümet tarzıdır, dedi ve
- Zırh Ali'nindir' diye itiraf etti.
Kısa bir zaman sonra, onu, müslüman olarak Hazret-iAli (r.a)'ın sancağı altında, Nehrivan harbinde, savaşırken gördüler.
Dini Hikaye - her sese inanma
her sese inanma

bitane adam varmış. Bu adam sakat olduğu için herkes ondan dalga geçermiş.bir gün adam elini açmış ve dua etmiş ve demişki alahım sen beni koru kimse benden dalga geçmesin bana yardım et demiş ve adam ağlamaya başlamış. yukarıdan bir ses gelmiş adam hemen başını kaldırmış ve yukarıya bakmış ve ses kesilmiş adam çok ama çok merak etmiş ve o sesi yine duymuş ama ses kesilmiş adam demişki allahım ben senin yanıa geliyorum biliyorum bu ses senin sesin senin demiş ve intar etmiş ve o teki tarafa gitmiş bu ses şeytanların adam çooook şaşırmıştı ama iş işten geçmişti ve adam o teki tarafta sızlanmaya başlamış
Dini Hikaye - Hayır var

Hayır var
İlham Öyküleri, Murat Çiftkaya

--------------------------------------------------------------------------------

Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan iitbaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.
Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
-Bunda da bir hayır var!
Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.
Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:
-Bunda da bir hayır var!
Kral acı ve öfkeyle bağırdı:
-Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?' Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.
Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyünz meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar.
Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını farkettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.
Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
-Haklıymışsın!' dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi.
-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.
-Ne diyorsun Allah aşkına?diye hayretle bağırdı kral. Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?

-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene.

Translate - ÇEVİRİ

en popüler konular

Blogger templates

Blogger news

Archive

Güncel Namaz Vakti

Blogger templates

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Sosyal Simgeler

Sosyal Simgeler

Arşiv